15 Temmuz 2013 Pazartesi

Yine...


Yine bir teravih akşamına hazırlanıyoruz annem ile…ve korktuğum başıma geliyor ; annem ‘’seccade de alalım yanımıza’’ diyor. ‘’Neden?’’ diyorum.  Aldığım cevap, camiye tüm seccade ile gelenler ile aynı doğrultuda; ‘’herkesin(kirli ayaklı)  ayak bastığı yere alnımızı sürüyoruz’…
Bunu kabul edemiyor yüreğim. Evet doğru, hakikaten insanlar kirli ayaklarla basmış olabilirler secde ettiğimiz yerlere. Ancak orası Allah’ın evi değil mi? Allah’ın evine gelen(kirli de olsa) mümin kardeşimin ayak bastığı yere ben alnımı koyamayacaksam… nerede kalır bizim kardeşliğimiz? Bu kadar kıymetli bu alın, bu yüz… kirli yere yüz sürsem ne olur? Belki o kir uğruna temizlenir bu yüz. Belki o ayağı kirli olan şefaatçi olur, belki belki….diye…
İç söylemlerimle camiye varıyoruz.
İlk gün ki gibi değiliz tabi fire vermelere başladık cemaat olarak. Ama yine de cami dolar umuduyla arka saflarda bekleşiyorum derken ezan okuyor bile. Fakat cami hala doldu denemez. Sonra sünnetleri kılmaya duruyoruz. Ardından hoca kamet getiriyor ve ben  önümü ancak görebiliyorum; ilk saf dolu, ikinci saf yarım, üçüncü saf dolu, arkasında 3 saflık boşluk ve arkasında biz!…durumu anlamaya çalışırken hoca ‘’allahuekber’’ diyor bile…
Subhanallah… ne olduğunu anlayamadan farzı da eda ediyoruz ancak selam verdikten sonra bunun böyle olamayacağını söyleyebiliyorum. Yanımdaki teyzem ‘’bozma kalbini devam et, ramazan vakti’’ diyor.
Gerçekten kalbini bozan ben miyim?
Eğer öyleyse de bozmaya devam ediyorum.
‘’Büyük hadisler var ben biliyorum biliyorsam sorumluyum, ilmiyle amel edemeyenlerden olmaktan Allah’a sığınırım teyzecim, müsadenizle’’ diyerek ön saflara koşa duruyorum. Ön saflara ilerledikçe birbirinden yarım ve bozuk saflar görüyorum. Gördükçe içim acıyor.
Sende bize acı ya Rabbi!
Birşeyler yapamaz mıydım bu ahvale?
Yapamazdım…
İnsanlar söz kaldıracak, dinleyecek safhaları çoktan yitirmişler.Heyhat!

Aslında bir yandan da onlara denecek hiç bir şey yok diyorum. Öğretmediğiniz bir şeyi nasıl bekleyebilirsiniz ki. Bize din dersinde Atatürk’ün din ile ilişkisini, dinin çevre ile ilişkisini öğretmenin haricinde, böyle işimize yarayacak çok değil azıcık ilmihal bilgileri verselerdi…bugün bunları konuşmuyor olurduk.
Camide neler yapılır, neler yapılamaz? Bu gibi edepler, mekruhlar, helal ve haramlar birbirine karışmış durumda.
Geçenlerde teyzemin biri ‘’cami de konuşmak çok günah’’ dedi! Sonra yemek-içmek, yatmak günah!
Estağfirullah…
Cami Allah’ın evidir. Ben Rabbimin huzurunda yer, içer(camide hiçbir kırıntısını ve çöpünü bırakmaksızın) uykum gelirse uyurum,(selefiler camide uyumanın mekruh olduğuna inanırlar) çocuksam koşar oyun oynarım. Gençsem gider kitap okur, istirahat ederim. Sonra zikir çeker, ibadet ederim. Haram yemedikten sonra haram iş yapmadıktan sonra bunların ne gibi sakıncaları olabilir?! Hele ki günah! olabilir.
He şunu anlarım insanımızda adap  kuralları konusunda belli bir seviye yakalanamadığı için camide yemek-içmek hususunda titizleniyor din adamları, amenna kesinlikle katılıyorum ancak teyzemler, amcamlar günah diyorlar yeni nesile bunları. Araştırmayan yeni nesilde de bu şekilde kalacaktır diye endişe duyuyorum.
Keşke cami adabı da tvde konuşulsa, kitaplara not düşülse! Bir romana hikaye olsa mesela; imama hangi vakit namazlarında nasıl uyulacağı…
Namazın cemaat ile kılınmasının farz olduğu, yalnız kılmaya ise sadece müsaade edildiği anlatılsa…
Âh keşke…
Amelimiz eksiktir ya Rabbi! Ne yapsak da eksik kalacaktır. Sen camiye gelme, huzuruna varma niyetlerimizi kabul eyle…
Amin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder