20 Ekim 2012 Cumartesi

Uzun Hikaye Filmi


Bir dipnot ile başlamak isterim yazıma ey muhterem kârilerim.

Not:En son Sherlock Holmes2 ‘yi izlemiş bir seyirci olarak kabul etmeliyim ki iyi bir sinema takipçisi değilim. Bu sebeple yapacağım nacizane yorumların sıhhatini zatınıza bırakıyorum.
Film severliğim kitap severliğimin gölgesinde kalmıştır her zaman. Ancak kaçırılmaması gereken filmleri izler,klasiklerden haberdar olmaya çalışırım.

Bugün de uzun bir aradan sonra fırsat bulup,zaman buluşturup sinema yolunu tuttum. İzleyeceğim filmim belli; Uzun Hikaye…
Bir Osman Sınav filmi,başrol Kenan İmirzalıoğlu…
Bilet bulamadığım için büyük bir salonda,en ön sırada ,boyun ağrılarıyla birlikte izlesem dahi pişman olmadığım bir film.Bu yüzden birde arka koltuklardan seyredeceğim filmi tekrardan. 

Kitap özetlerimdende anlayacağınız üzere içerik ile ilgili bilgi vermeyi,konuyu özetlemeyi çok genel çerçevede yapmayı yeğliyorum. Karakterleri keşfinize mani olmamak adına…
Sevdalığın has biçiminin,mertliğin,ve doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu bir devrin nadide insanının konu edildiği bir film;Uzun Hikaye…

Dimağımda kalan güzel sözler var filmden,biri Mustafa’nın sesinden,şöyle diyor -anne ve babasının sevdası için-; ''onların sevdasının gücü;birbirlerinin onurlarını hiç zedelememelerinden kaynaklanıyor.''... Öyle incelikler var ki filmde. Espriler dahi aynı incelik de bu yüzden her şey çok dozajında. Gözyaşınızda,tebessümünüzde,kahkahanızda…

Hakkaniyet duygusunun insanı ne hallere soktuğunu… doğru söz etmekden vazgeçmemenin bedelinin nasıl ödendiğini ve hatta nasıl yaftalandırdığını anlatıyor film.Çok sorguladığım bir mevzudur.'Doğru'manasını taşıdığımdan mıdır yoksa babamın ‘dar ağacında idam edilecek olsan dahi doğru sözden vazgeçme’diye ruhuma kazımasından mıdır bilemiyorum… Doğru olmak, dürüst olmak ,hakkaniyet bilmek olurduda neden bu babacığım sürekli bunu söylerken arkasına birde ‘her şeyin bir bedeli var’ öğretisini  eklerdi?Doğruluğun bedelini öderken anlamıştım;neden doğru olmanın birinci şart,bedel ödemenin ise ikinci şart olduğunu… Bu bedel bu diyara mı yoksa bu dünyaya mı aitti? Dünyanın her yerinde mi doğru olmak bedel gerektiriyordu? Yoksa hak hukuk bilmeyen bir memleketin dayatması mıydı bu bedel? Öyleyse gidebilecek miydim bu memleketten? Oyunu kurallarına göre oynayarak da dürüst kalınabilir miydi? Birgün böyle dediğimde bir büyüğüm 'sen gidersen ben gidersem burada doğruları kim söyleyecek?' demişti.Kaçmak var mıydı? 
Yoktu elbet,yoktu… 
Ali Bey'in yaşadıkları bir kere daha zihnimdekileri sorgulamaları çağrıştırıyor.

Ayrıca bir sahne var ki filmde;en sevdiklerimden birini okuyor Ali Bey; ''Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn ''(Kalem suresinden birinci ayet) tabi ki bu şekilde Arapça dan değil. Mealini ise o sahneyle sanıyorum ki tüm seyirciye mıhlıyor;'Kalem ve onunla yazılanlara and olsun ki, sen Rabbinin nimetine uğramış bir kimsesin, deli  değilsin.’ Ve sonunda ekliyor kalem kelâmın dik halidir.(Yada buna benzer bir cümle). Ne güzelsin ey kalem,ya kelâm…

Ve babalar... güçlü babalar…üzerine az söyleyip çok hissedilen o insanlar...babalarının karakteri altında ezilen erkek evlatlar… Babasının güçlü karakteriyle özdeşleşirken kızları, erkek evlatlarda bu bir gölgemi oluşturuyor sahi? Bunu düşündürdü Uzun Hikaye bana... Ali Bey’in oğlu Mustafa da sanki hep eziliyor o baba karakteri altında. Onun kanı deli akmıyor babasının ki gibi… 

Birde filmdeki tek iğreti gelen kısımdır bana ;Mustafa karakterini canlandıran son oyuncu seçimi.Çünkü Mustafa’nın çocukluğunu canlandıran küçük oyuncu çok yerinde keza bıyıkları yeni terleyen Mustafa’yı canlandıran genç oyuncuda aynı şekilde. Ancak Mustafa’nın son hali hiç Ali bey ve Münire hanımdan oluşabilecek bir fenotip değil. (Eyvallah,genetikçiyiz belki bundan ama ister istemez dikkat çekiyor.)



Film için yapılan yorumlarda uzun sürüyor denmiş ancak bana hiç öyle gelmedi. Hatta filmin bittiğini anlayamadım,havada kaldı zira. Daha güzel bitebilir miydi? Kesinlikle…
Ancak çıkarken seyirciler Osman Sınav’ın tüm filmlerinin bu tarz sonlarla bittiğini söylüyorlardı. Filmin devamı gelebilecek gibi .Gelmesede izlediğime;ağladığıma,güldüğüme memnun olduğum bir film oldu muhterem kârilerim…

Ve atlanılmaması gereken bir ayrıntıdır ki; Melihat Gülses  hanımefendiden dinlediğim musikileri kolay kolay başkasından dinleyemediğim halde  Gönül Şarkılarını seslendiren hanımefendinin –Oya İşboğa -ismini görebilmek adına salonu en son terk edenlerden oldum. Yorumunu bitirine dek dinledim.

O halde sizlere de iyi seyirler ve dinlemeler diliyorum…


14 Ekim 2012 Pazar

Dilime pelesenk...

Hayaliyle tesellidir gönül meyl-i visal etmez
Gönülden tasra bir yâr oldugun âsik hayal etmez

Fuzuli

12 Ekim 2012 Cuma

...

Kelimelerin,lisanimla bulustu bulusali ben bicare berhudarim...
Zahirin değeli beri evvelime;bicare berhudarim...

11 Ekim 2012 Perşembe

"Safları sık tutalım"

Baharın en güzeli ;son kalanı, şehirlerin en güzelinin en dokunulası; Beyazıt’ında okunası…

Hasta haliniz ile Beyazıt’ın İstanbul’un havasına göre birkaç derece daha soğuk olması bile can oluşuna engel değil. Aynı sonbaharın hasta edişine rağmen canan olması gibi…
Kulağımda kaçıncı kez tekrarladığını bilmediğim Sonbahar,göynümde O,zihnimde kalemi şaad olsun Nazan Bekiroğlu hanımefendinin büyük annesi ile büyük babası, kalbimde efendimin müjdesi… bu hal ile Beyazıt camiine koşuyorum cemaate yetişmek maksatlı.

Süleymaniye’ye duyduğumuz özlem bitti derken Beyazıt’a başladı vesselam. Yani Süleymaniye’de biten restorasyon çalışmaları Beyazıt camiinde devam eder oldu. Olsundu. Aşkı olana ne gerekti?

Yalnız camiye girerken ki muhabbetim namazdan sonra yerini hüzne bırakıyor.

Neden mi?

Küçüklüğümden zihnimde kalan hatıradır imamın cemaate hitabı; ''safları sık tutalım''.
Hafif sert bir tonlama olurdu bu ikazda. Öyle kazınmış olacak ki bu söz hatırıma kendimi bildiğimde ilk işim bu sözdeki kastı araştırmak olmuştu. Meğer ne önemliymiş omuz omuza durmak huzurda. Efendimiz(s.a.v) "Safları düzgün tutun, omuzları bir hizaya getirin, boşlukları doldurun, safa girerken kardeşlerinize, ellerinizi hafifçe dokundurun, şeytana açık yerler bırakmayın. Kim safları sık tutarsa Allah onu hayra eriştirir. Kim de saflar arasında boşluk bırakırsa Allah onu hayra eriştirmez." (Müslim,Ahmed b. Hanbel, III, 154-260) buyurmuştu.

Yine Efendimiz(s.a.v) "Meleklerin Rabbleri indinde saf tutmaları gibi siz de saf tutmaz mısınız?" Biz: "Melekler nasıl saf tutarlar?" dedik. "Onlar dedi, ön safları tamamlarlar ve safda muntazam dururlar." (Müslim, Salat 119, (430); Ebu Davud, Salat 94)

(Bayanlarda ise makbuliyetin daha ziyade son saf olduğu rivayet edilir.)

Ve yine Müslim’den aklımda kalan "Eğer birinci safta ne olduğunu bilseydiniz, mutlaka kur'a çekilirdi.''buyurmuştu Efendim.
Hatırımda ise safları sık tutmanın önemine dair daha bir çok rivayet…

Biz ise bugün cemaatle saf tutmak ne demek bilemedik…
Bayanlar mahlinde mi cereyan ediyor bu hal sadece bilemiyorum. Ancak erkekler tarafında sanki bu kadar gayrılık olmuyor diye zan ediyorum.

Bu ilk de değil halbuki bu bilememezliğe şahitliğim..
Benim bilememezliğim ise ; neden insanlar bir iki adım ön tarafa gelmeye,kardeşinin omzuna değmeye imtina ediyorlar ?
Bu.