26 Ekim 2012 Cuma
20 Ekim 2012 Cumartesi
Uzun Hikaye Filmi
Bir dipnot ile başlamak isterim yazıma ey muhterem
kârilerim.
Not:En son Sherlock Holmes2 ‘yi izlemiş bir seyirci
olarak kabul etmeliyim ki iyi bir sinema takipçisi değilim. Bu sebeple
yapacağım nacizane yorumların sıhhatini zatınıza bırakıyorum.
Film severliğim kitap severliğimin gölgesinde
kalmıştır her zaman. Ancak kaçırılmaması gereken filmleri izler,klasiklerden
haberdar olmaya çalışırım.
Bugün de uzun bir aradan sonra fırsat bulup,zaman
buluşturup sinema yolunu tuttum. İzleyeceğim filmim belli; Uzun Hikaye…
Bir Osman Sınav filmi,başrol Kenan İmirzalıoğlu…
Bilet bulamadığım için büyük bir salonda,en ön sırada
,boyun ağrılarıyla birlikte izlesem dahi pişman olmadığım bir film.Bu yüzden
birde arka koltuklardan seyredeceğim filmi tekrardan.
Kitap özetlerimdende anlayacağınız üzere içerik ile
ilgili bilgi vermeyi,konuyu özetlemeyi çok genel çerçevede yapmayı yeğliyorum.
Karakterleri keşfinize mani olmamak adına…
Sevdalığın has biçiminin,mertliğin,ve doğru söyleyenin
dokuz köyden kovulduğu bir devrin nadide insanının konu edildiği bir film;Uzun
Hikaye…
Dimağımda kalan güzel sözler var filmden,biri
Mustafa’nın sesinden,şöyle diyor -anne ve babasının sevdası için-; ''onların
sevdasının gücü;birbirlerinin onurlarını hiç zedelememelerinden kaynaklanıyor.''...
Öyle incelikler var ki filmde. Espriler dahi aynı incelik de bu yüzden her şey
çok dozajında. Gözyaşınızda,tebessümünüzde,kahkahanızda…
Hakkaniyet duygusunun insanı ne hallere soktuğunu…
doğru söz etmekden vazgeçmemenin bedelinin nasıl ödendiğini ve hatta nasıl
yaftalandırdığını anlatıyor film.Çok sorguladığım bir mevzudur.'Doğru'manasını
taşıdığımdan mıdır yoksa babamın ‘dar ağacında idam edilecek olsan dahi doğru
sözden vazgeçme’diye ruhuma kazımasından mıdır bilemiyorum… Doğru olmak, dürüst
olmak ,hakkaniyet bilmek olurduda neden bu babacığım sürekli bunu söylerken
arkasına birde ‘her şeyin bir bedeli var’ öğretisini eklerdi?Doğruluğun
bedelini öderken anlamıştım;neden doğru olmanın birinci şart,bedel ödemenin ise
ikinci şart olduğunu… Bu bedel bu diyara mı yoksa bu dünyaya mı aitti? Dünyanın
her yerinde mi doğru olmak bedel gerektiriyordu? Yoksa hak hukuk bilmeyen bir
memleketin dayatması mıydı bu bedel? Öyleyse gidebilecek miydim bu memleketten?
Oyunu kurallarına göre oynayarak da dürüst kalınabilir miydi? Birgün böyle
dediğimde bir büyüğüm 'sen gidersen ben gidersem burada doğruları kim
söyleyecek?' demişti.Kaçmak var mıydı?
Yoktu elbet,yoktu…
Ali Bey'in yaşadıkları bir kere daha zihnimdekileri
sorgulamaları çağrıştırıyor.
Ayrıca bir sahne var ki filmde;en sevdiklerimden
birini okuyor Ali Bey; ''Nûn vel kalemi ve mâ yesturûn ''(Kalem suresinden
birinci ayet) tabi ki bu şekilde Arapça dan değil. Mealini ise o sahneyle
sanıyorum ki tüm seyirciye mıhlıyor;'Kalem ve onunla yazılanlara and olsun ki,
sen Rabbinin nimetine uğramış bir kimsesin, deli değilsin.’ Ve sonunda
ekliyor kalem kelâmın dik halidir.(Yada buna benzer bir cümle). Ne güzelsin ey
kalem,ya kelâm…
Ve babalar... güçlü babalar…üzerine az söyleyip çok
hissedilen o insanlar...babalarının karakteri altında ezilen erkek evlatlar…
Babasının güçlü karakteriyle özdeşleşirken kızları, erkek evlatlarda bu bir
gölgemi oluşturuyor sahi? Bunu düşündürdü Uzun Hikaye bana... Ali Bey’in oğlu
Mustafa da sanki hep eziliyor o baba karakteri altında. Onun kanı deli akmıyor
babasının ki gibi…
Birde filmdeki tek iğreti gelen kısımdır bana ;Mustafa
karakterini canlandıran son oyuncu seçimi.Çünkü Mustafa’nın çocukluğunu
canlandıran küçük oyuncu çok yerinde keza bıyıkları yeni terleyen Mustafa’yı canlandıran
genç oyuncuda aynı şekilde. Ancak Mustafa’nın son hali hiç Ali bey ve Münire
hanımdan oluşabilecek bir fenotip değil. (Eyvallah,genetikçiyiz belki bundan
ama ister istemez dikkat çekiyor.)
Film için yapılan yorumlarda uzun sürüyor denmiş ancak
bana hiç öyle gelmedi. Hatta filmin bittiğini anlayamadım,havada kaldı zira.
Daha güzel bitebilir miydi? Kesinlikle…
Ancak çıkarken seyirciler Osman Sınav’ın tüm
filmlerinin bu tarz sonlarla bittiğini söylüyorlardı. Filmin devamı gelebilecek
gibi .Gelmesede izlediğime;ağladığıma,güldüğüme memnun olduğum bir film oldu
muhterem kârilerim…
Ve atlanılmaması gereken bir ayrıntıdır ki; Melihat
Gülses hanımefendiden dinlediğim musikileri kolay kolay başkasından
dinleyemediğim halde Gönül Şarkılarını seslendiren hanımefendinin –Oya
İşboğa -ismini görebilmek adına salonu en son terk edenlerden oldum. Yorumunu
bitirine dek dinledim.
O halde sizlere de iyi seyirler ve dinlemeler
diliyorum…
14 Ekim 2012 Pazar
Dilime pelesenk...
Hayaliyle tesellidir gönül meyl-i visal etmez
Gönülden tasra bir yâr oldugun âsik hayal etmez
Fuzuli
Gönülden tasra bir yâr oldugun âsik hayal etmez
Fuzuli
12 Ekim 2012 Cuma
...
Kelimelerin,lisanimla bulustu bulusali ben bicare berhudarim...
Zahirin değeli beri evvelime;bicare berhudarim...
Zahirin değeli beri evvelime;bicare berhudarim...
11 Ekim 2012 Perşembe
"Safları sık tutalım"
Baharın en güzeli ;son kalanı, şehirlerin en güzelinin en dokunulası; Beyazıt’ında okunası…
Hasta haliniz ile Beyazıt’ın İstanbul’un havasına göre birkaç derece daha soğuk olması bile can oluşuna engel değil. Aynı sonbaharın hasta edişine rağmen canan olması gibi…
Kulağımda kaçıncı kez tekrarladığını bilmediğim Sonbahar,göynümde O,zihnimde kalemi şaad olsun Nazan Bekiroğlu hanımefendinin büyük annesi ile büyük babası, kalbimde efendimin müjdesi… bu hal ile Beyazıt camiine koşuyorum cemaate yetişmek maksatlı.
Süleymaniye’ye duyduğumuz özlem bitti derken Beyazıt’a başladı vesselam. Yani Süleymaniye’de biten restorasyon çalışmaları Beyazıt camiinde devam eder oldu. Olsundu. Aşkı olana ne gerekti?
Yalnız camiye girerken ki muhabbetim namazdan sonra yerini hüzne bırakıyor.
Neden mi?
Küçüklüğümden zihnimde kalan hatıradır imamın cemaate hitabı; ''safları sık tutalım''.
Hafif sert bir tonlama olurdu bu ikazda. Öyle kazınmış olacak ki bu söz hatırıma kendimi bildiğimde ilk işim bu sözdeki kastı araştırmak olmuştu. Meğer ne önemliymiş omuz omuza durmak huzurda. Efendimiz(s.a.v) "Safları düzgün tutun, omuzları bir hizaya getirin, boşlukları doldurun, safa girerken kardeşlerinize, ellerinizi hafifçe dokundurun, şeytana açık yerler bırakmayın. Kim safları sık tutarsa Allah onu hayra eriştirir. Kim de saflar arasında boşluk bırakırsa Allah onu hayra eriştirmez." (Müslim,Ahmed b. Hanbel, III, 154-260) buyurmuştu.
Yine Efendimiz(s.a.v) "Meleklerin Rabbleri indinde saf tutmaları gibi siz de saf tutmaz mısınız?" Biz: "Melekler nasıl saf tutarlar?" dedik. "Onlar dedi, ön safları tamamlarlar ve safda muntazam dururlar." (Müslim, Salat 119, (430); Ebu Davud, Salat 94)
(Bayanlarda ise makbuliyetin daha ziyade son saf olduğu rivayet edilir.)
Ve yine Müslim’den aklımda kalan "Eğer birinci safta ne olduğunu bilseydiniz, mutlaka kur'a çekilirdi.''buyurmuştu Efendim.
Hatırımda ise safları sık tutmanın önemine dair daha bir çok rivayet…
Biz ise bugün cemaatle saf tutmak ne demek bilemedik…
Bayanlar mahlinde mi cereyan ediyor bu hal sadece bilemiyorum. Ancak erkekler tarafında sanki bu kadar gayrılık olmuyor diye zan ediyorum.
Bu ilk de değil halbuki bu bilememezliğe şahitliğim..
Benim bilememezliğim ise ; neden insanlar bir iki adım ön tarafa gelmeye,kardeşinin omzuna değmeye imtina ediyorlar ?
Bu.
Hasta haliniz ile Beyazıt’ın İstanbul’un havasına göre birkaç derece daha soğuk olması bile can oluşuna engel değil. Aynı sonbaharın hasta edişine rağmen canan olması gibi…
Kulağımda kaçıncı kez tekrarladığını bilmediğim Sonbahar,göynümde O,zihnimde kalemi şaad olsun Nazan Bekiroğlu hanımefendinin büyük annesi ile büyük babası, kalbimde efendimin müjdesi… bu hal ile Beyazıt camiine koşuyorum cemaate yetişmek maksatlı.
Süleymaniye’ye duyduğumuz özlem bitti derken Beyazıt’a başladı vesselam. Yani Süleymaniye’de biten restorasyon çalışmaları Beyazıt camiinde devam eder oldu. Olsundu. Aşkı olana ne gerekti?
Yalnız camiye girerken ki muhabbetim namazdan sonra yerini hüzne bırakıyor.
Neden mi?
Küçüklüğümden zihnimde kalan hatıradır imamın cemaate hitabı; ''safları sık tutalım''.
Hafif sert bir tonlama olurdu bu ikazda. Öyle kazınmış olacak ki bu söz hatırıma kendimi bildiğimde ilk işim bu sözdeki kastı araştırmak olmuştu. Meğer ne önemliymiş omuz omuza durmak huzurda. Efendimiz(s.a.v) "Safları düzgün tutun, omuzları bir hizaya getirin, boşlukları doldurun, safa girerken kardeşlerinize, ellerinizi hafifçe dokundurun, şeytana açık yerler bırakmayın. Kim safları sık tutarsa Allah onu hayra eriştirir. Kim de saflar arasında boşluk bırakırsa Allah onu hayra eriştirmez." (Müslim,Ahmed b. Hanbel, III, 154-260) buyurmuştu.
Yine Efendimiz(s.a.v) "Meleklerin Rabbleri indinde saf tutmaları gibi siz de saf tutmaz mısınız?" Biz: "Melekler nasıl saf tutarlar?" dedik. "Onlar dedi, ön safları tamamlarlar ve safda muntazam dururlar." (Müslim, Salat 119, (430); Ebu Davud, Salat 94)
(Bayanlarda ise makbuliyetin daha ziyade son saf olduğu rivayet edilir.)
Ve yine Müslim’den aklımda kalan "Eğer birinci safta ne olduğunu bilseydiniz, mutlaka kur'a çekilirdi.''buyurmuştu Efendim.
Hatırımda ise safları sık tutmanın önemine dair daha bir çok rivayet…
Biz ise bugün cemaatle saf tutmak ne demek bilemedik…
Bayanlar mahlinde mi cereyan ediyor bu hal sadece bilemiyorum. Ancak erkekler tarafında sanki bu kadar gayrılık olmuyor diye zan ediyorum.
Bu ilk de değil halbuki bu bilememezliğe şahitliğim..
Benim bilememezliğim ise ; neden insanlar bir iki adım ön tarafa gelmeye,kardeşinin omzuna değmeye imtina ediyorlar ?
Bu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)