Siz, hiç
ölüme uyandınız mı?
Ölüme
uyanmak…
Bazı sabahlar vardır,uyanmanız içindir ölüm…
Hayatında hep
o 4 sabahı tefekkür ederek, provasını yapardı. Annesi,babası,ananesi ve O’sunu
kaybederse…
İşte o
sabahlardan biriydi bu sabah onun için…
Çünkü prova ettiği,
o 4 ölümün ilkini görecekti.
Ananesini
gömecekti…
Başımızın
üstünde buyursundu,hoşgelsindi…hele ki böyle bir günde ölüme, ancak hoş geldin
diyebilirdi insan. O gün ki;aşure günü…aşure günü ölmek, nasıl bir güzellikti
Rabbisi…
Aşure günü;
Hz.Ademin yaratıldığı gün,cennete konulduğu gün,affedildiği gün.Göklerin,yıldızların
yaratıldığı gün. Hz İbrahim’in yaratıldığı gün,ateşten korunduğu gün. Aşure
günü; Hz İsa’nın doğduğu gün,göklere beklemeye çekildiği gün. Hz Yakub’un
gözlerinin görmeye başladığı gün,Yusuf’una kavuştuğu gün. Aşure günü; Cebrail
aleyhisselamın ve meleklerin yaratıldığı gün. Nuh aleyhisselamın tufandan
kurtulduğu gün. Aşure günü; Hz.Musa’nın Kızıldenizi geçtiği gün,Hz Hüseyin’in
şehid edildiği gün. Aşure günü ;Eyyüp Sultanımızın hastalıklarından kurtulduğu
gün,Hz.Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün. Aşure günü; Hz.Yusuf’un
kuyudan kurtarıldığı gün,bir muharrem ayının Cuma gününde kıyametin kopacağı
gün. İşte artık O’nun ananesinin de öldüğü gün. Ananesinin bedeni bir kuyu ise
ruhunun Hz.Yusuf peygamber gibi oradan kurtulduğu gün.Ten kuyusundan ruhun
kurtulduğu gün. Ananesinin kıyametinin koptuğu gün ve inşallah yine o gün;
yağmurun yaratıldığı,yağdırıldığı gibi ananesine de rahmet yağan gün olmuş
olsun…inşallah…
Cuma(Perşembe)
gecesinin ardı ve bir sabah ezanı vaktiydi. O uykuda ,ananesi ise son
yolculuğundaydı.
Pazartesi gecesinden
gösterilmişti O’na Cuma gecesi…
Uyandı
mübarek cumaya, ölümü karşılamaya koştu…
Ananeciğinin
örtüsünü örtüp ‘inna lillah ve inna ileyhi raciun’ diyebildi…
Koca bir
çınardı O’nun ananesi,89 yıllık bir çınar… hani peygamberin buyurduğu gibi; ‘…güzel
amel ile uzun ömür yaşayanınız...’ Öyleydi onun ananesi…
Çilekeşti...çok
çekmişti .Son 10 yıldır Alzheimer hastasıydı, tanımıyordu bile O’nu. Olsundu ne
yazardı. Ona bakıyordu ya, gözü gözüne değiyordu ya yetmezmiydi?
Son 4
senedir ise, ailesinin (göz)bebeği olarak yatağında bir kefaret ödeme dönemi
başlamıştı.
Bir gün ‘of’
dememişti. Aklı gitmişti. Ruhu ise, ailesini hiç bırakmamıştı.
Bazen
insanların anlaşması için kelimelere gerek olmadığını anlatmıştı. Sevgiyle
anlaşılabilirdi. Ananesi öğretmişti annesine,teyzesine ve tüm torunlarına
sevmeyi, ama bu öyle-böyle bir sevgi değildi.Bu bir deryaydı,okyanustu.
Merhamet ve sevgiyi tüm ailesi ondan öğrenmişti. Yine bir hadis-i şerife
naildi; ‘’Merhamet eden merhamet bulurdu’’ ya ,bulmuştu. İki biricik kızı,onu
evladı yapmış gözü gibi bakmıştı. Öyle bir bakış ki bu, dillere pelesenk, herkes
onların evlatlıklarını konuşur olmuştu. Bir gün ‘of’ demeden anneciklerine
nasıl özen ve sevda ile baktıklarını söylerlerdi. Doktorlar Alzheimer’ın son evresindeki bir hastanın
bu kadar yaşayabilmesine mucize olarak bakıyorlardı. Ve sonunda ekliyorlardı. ‘Onu
sizin sevginiz yaşatıyor...’
Sevgi insanı
yaşatırmış…Eyvallah
O sevgi
çınarı en sevgili ile buluşmuştu artık. Cuma gününün mübarekliğinden istifade
edip, İstanbul dışından gelecek insanları düşünmeden o vakit defnetmek
istemişti ananesini. Sabah ezanı kabz, Cuma günü defin gibi güzelliklerin yanı
sıra gökyüzünde gökkuşağıda onu uğurluyordu.Normalde İstanbul’da hiç bu kadar
net görünmeyen gökkuşağı herkesin ilgisini çekmiş , bu mevsimde olması da
ayrıca hayrete düşürmüştü.O güçlü olmalıydı anneciği ve teyzeciğini
toparlamalıydı. Ve ananeciğine ödeyemeyeceği borcunu belki bu zamanda bir
nebzecik hafifletebilirdi. Aklı selim kalmalıydı her şeyden önce. Ve ölümün her
anını iliklerine dek yaşamalı ,her anını zihnine mıhlamalıydı.
Kabre
yolculuk başlamıştı ilk durak gasilhane. Yıkama işlemi yapılacaktı.Yapılsındı.Ananesinin
gassali O olmalıydı.
Girdi
gasilhaneye başladı ananesini yıkamaya… o ancak görünen azaları yıkayabilirdi
Allah ise onun görünen, görünmeyen her yerini yıkayabilirdi. Tekbirlerle
ananesi yıkandı. Sol elini görünce bir daha iman etti. Ananesinin sol işaret
parmağı şehadet halindeydi. Açmaya çalıştı fakat açamadı zorla avuç içine su
gitmesini sağlayarak vazgeçti. Allah onun şehadetini kabul etsindi…
4 senedir
yatak hastası olan birinde yatak yaralarının olmaması çok zordu. Ancak
ananesinde bir tane dahi yatak yarası yoktu… annesi ve teyzesine bir kez daha
minnet duydu,onlar gibi bir evlat olabilmeyi diledi. Salavatlar eşliğinde
yıkama işlemi bitmişti. Hala sıcacıktı ananesi ve bir o kadar mütebessim. Huzur
içinde uyuyor gibiydi. Pamuk elleri,pür-i pamuk olmuştu adeta. İyice baktı,doya
doya baktı,ananesine değil ancak bu sefer ; bir ölüye baktı.Ananesine değil
ölüme dokundu. Fotoğrafı sabitlemek istiyordu zihninde zira bir gün o da öyle
olacak ,o taşa yatacaktı. Ne içindi peki bu kavga, bu hırs, bu dertlenmeler,bu
dünya sevdalığı? Sonunda buraya gelmek için mi? Buraya gelip,bu şekilde huzur
içinde uzanamıyorsan ne anlamı vardı kazandığın
paranın,fakirliğinin,dertliliğinin…hiç. Evet işte bu hiçliği kazımak istiyordu
aklına,aklından da geçip ruhuna…
Bir kefen
parçası…kat kat geçirildi. Tekbir ve salat-selamlarla…gülsuyu ve zemzem
akıtıldı ağzına, burnuna ve yüzüne. Bunlar sembolikte tek gaye;maddeden manaya
ermekte…
Ve
fakur…peygamberimizin en güçlü sünnetlerinden.Tüm azalarına serpiştirildi.
Böcekler gelmesinler, dokunmasınlar ananeciğine diye.
Sela ki
O’nun ruhuna ezandan çok dokunurdu her dem. Ayrı bir severdi selayı,makamını.
İsminin bir yüzü ölüme bakardı bundan mıydı sebep selaya sevdalığı? Şimdi
kulaklarında cancağzının selası vardı…
Ananesine
acaba bu selayı duyan kimler rahmet dileyecekti? Hiç tanımadığı insanlar onun
için bir Fatiha okur muydu? Diye düşünürken;annesiyle birlikte okuldan dönerken,
camide tabutu görmüş,ellerini açmış dua eden bir çocuk ilişti gözüne. Derhal
çocuğun ardından koştu; çantasından şeker verip iki güzel söz söylemek için.
Ancak yetişememişti. Nasibi yoktu…
Caminin
avlusu ne kadar da kalabalıktı. Ya mahalleleri… herkesin dilinde değildi
gönlüne inmişti besbelli Emine Hanım teyze. Kısacık vakitte,Ankara,Balıkesir
İstanbul’a yetişivermişti bile. Himmet dedi… her şeye kadir. Sonra tasdikledi
Kamil amcası ‘Onun her işi akardı. Ankaradan nasıl geldiğimi hatırlamıyorum.’ demişti.
Gerçekten de öyleydi. Yollar açılıyor,işler kolaylaşıyordu. Can vermesi de
kolay olmuşmuydu Allah’ım?
Şaşırarak
gelen gidenleri izliyordu. O da mı gelmiş bu da mı gelmiş demekden kendini
alıkoyamıyordu. Her gelenin dilinde bir hikaye, bir vefa borcu, hiçbir şeyi
yoksa dahi ‘göğsünde severek uyutması’ diyordu. Allah’ım diyordu. Onun gönlünün
genişliği bu kadar insanı aldı da bu ev nasıl alacak… işte o noktada öyle
komşular biriktirmişti ki ananesi 35 senelik zincirlerle bağlıydılar. Bir hane
olan daireleri birden tüm apartman dairelerine dönüşmüştü. Kapılar açılmış,misafirler
bölüşülmüştü. Tüm apartman bir ev olmuştu adeta.Eli ayağı tutmayan aile
yakınlarının eli ayağı olmuştu o komşular. Bir daha baktı… ‘Subhansın ya Rab!’
dedi. Boşuna demedin komşu hakkı da komşu hakkı diye. Bu hakkı nasıl
ödeyebilirlerdi. Tüm komşuları seferberlik ilan etmiş ve cenazeyi kaldırmışlardı.
Bir çerkes atasözü vardı: ‘’düğün ve cenazeyi el kaldırır’’ diye. Tefekkür etti.
Aynen öyle olmuştu.Böyle inciler vermişti Rabbi kendisine,ailesine. Nasıl
şükretmezdi ki insan böyle dostluğa,böyle hatırşinaslığa ve dahi böyle
insanlığa…
Hayatında
sofrasına oturmamış insan bulunmazdı O’nun ananesinin. Yedirmek ve misafir
ağırlamak onun en büyük meşrebiydi. Ondan arda kalanlara ise bıraktığı
mirasıydı;bu ahlak. Yine öyle yapıldı onun sevdiği gibi… gelen herkes
ikramlarla kuşatıldı. ‘siz yedikçe ben mutlu oluyorum’sözünü hatırladı
insanları izlerken. Kendini ananesinin yerine koydu. Evet ,oldu hissetti o
mutluluğu.
Allah’ım sen
ki misafiri rahmet ve bereket ile kuşattın, O’nun ananesi senden geleni memnun
etmek için o kadar uğraştı ki hiçbir ameli bile yoksa, ağırladığı misafirler yüzü
suyu hürmetine onu affeyle.Amin Tam istediği gibiydi yüzlerce insan geliyor
yiyorlar içiyorlar ağırlanıyor ve uğurlanıyorlardı. Onun yaptığı ,gibi
sevdiği gibi…
Her
gelene,yardım edene, teşekkür edip,helallik almaya gayret gösterirken,duyduğu
şeyler karşısında ;’Allah’ım beni de arkasından böyle denilen bir insan yap’
diyordu. En son hatırında kalan ise şu olmuştu:
Evini
misafirlerine karşı açmış,kızını,torununu,oğlunu hepsini seferber etmiş bir
komşu olan Münevver Hanım yine tencere
tencere yemekler taşırken şu sözleri söylemişti.:’’Bu yaptığım ne ki,onun benim
üzerimdeki hakkı karşısındaki ne ki. Bu benim ona karşı son vazifem . Ben Emine
Hanımın hakkını bunlarla ödeyemem ‘’ demişti.
Ananesi bir
çınardı. Ve toprağına karşı köklerini öyle derin,öyle köklü tutmuştu ki. Şimdi
O,ananesinin kök ile toprak misali olan insan ilişkilerini görüyordu.
Dünyadaki
toprağı güzeldi ananesinin. Ya ahiretteki toprağı nasıldı?
Ya kabir
toprağı…
Nereden
olacaktı toprağı? Nereye defnedeceklerdi annecağzını?
Eyüp Sultan
mezarlığına yönlendirmişti belediye,ne sevinmişti bu habere. Eyüp Sultan… her
şehrin bir sahibi vardı ona göre. İstanbul’un sahibi de Eyyüb-el Ensari
hazretleri idi. İstanbul’un sahibi mi sahip çıkacaktı şimdi ananesine… bir daha
Subhanallah.
O bu
düşüncedeyken,teyzesi Eyüp Sultan mezarlığına gitmiş,görmüş beğenmemişti. Çok
küçük olmasındanda ziyade ulaşmak için sürekli mezarlara basmak gerektiğini
söylemişti. Hasıl-ı olacak gibi değildi demişti teyzesi. Bu sefer bir şey
diyemedi. Son söz teyzesinindi ,onun gönlü olsundu.
İstanbul’da
ölü olmak bile ne güçtü Allah’ım…
Rica minnet
boş bir toprak aramaya çalışmak,belediyelerin verdiği İstanbul’un en uzak
noktalarına varmaktan daha sıkıntılı bir şeydi O’na göre.
Mezarlık
sayısı yetersiz.Olan mezarlar ise hınca hınç doluydu. Ananesi olması gereken
gibi,belediyenin uygun gördüğü mezarlığa defnedilecekti. Yani Büyükçekmece
Mezarlığına…
Pırıl
pırıl,yepyeni bir mezarlık Büyükçekmece mezarlığı,öyle güzel… Acaba ananeside
gerçeğin güzelliğinde miydi?
Himmeti hep
hissetti ve artık görüyordu bizatihi… gelen imamda yolunun yolcusu çıkmıştı.Bir
idrak ve ispat daha göründü: ‘Bir tevbe kişinin 7 ceddine uzanır.’ Beli…Vallahi
uzanmıştı.
Ananesi
dualar eşliğinde kabre yerleştirilmiş,ölüm ananesi için yeni anlaşılmıştı.Ruhu
bütün o telaşeyi,hazırlığı kendisine değilmiş gibi izlemişti. Ve kabre
konulduğu an farkına varmıştı,ölenin kendisi olduğunun.Sonrasında kabrinin
başında birilerini arayarak,dua edenim ,kabrimde kalanım yok mu diyecekti.O
vakitte ise herkes gitmiş olacaktı.
Soğuk, insanları kesiyor ve bir an
evvel vazifeyi tamamlamayı gerektiriyordu.
Kabri kapatıldı ve ananesi defnedildi. Soğuğun da etkisiyle herkes hızla
arabalara ,otobüslere ilerlemeye başlamıştı. O hariç…O’nun vazifesi yeni başlıyordu.Herkes
gittiğinde O kalmalıydı. Ananesini peygamberine emanet etmeden nereye
gidebilirdi?
Ve nihayet
herkes gitmişti …bir daha baktı kabristana. Ne çok severdi bu kabristanları, kaçıp
kaçıp gelirdi. Gezerdi,üzgünse ölümü hatırlar. Mutluysa yine ölümü hatırlardı
ki ;iki duyguya da fazla kapılmamak adına. İşte yeni mekanı..iyice
incelemeliydi tepesini düzünü,havasını,kokusunu…
‘Ananeciğim’
demişti önce usulca. ‘Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu(ölüler
selamınızı alırlar)Gitmedim…seni teslim etmeden de gitmeyeceğim. Gidemeyeceğim…
‘demişti. Duasını ettikten sonra gitme vaktinin olup,olmadığından emin olamadı.
Kalmalı mıydı az daha?Bunu sorsa sorsa Babasına sorabilirdi. Derhal yumdu
gözlerini ve tebessümüne karışmış gözyaşlarıyla açtı gözlerini. Artık
gidebilirdi.
Gitmek…
Giderken ananesinin
mezarının yanındaki mezar ilişti gözüne, daha doğrusu mezarın önündeki
fotoğraf; Cemil Özener’in fotoğrafı…şaşırmakla birlikte hatırına niyeti geldi.
Bir hafta
öncesinden ajandasına notunu almıştı; 23 Kasım Cuma günü saat 16:00 da Büyükçekmece
‘de oluncaktı. Nasip ne tuhaf şey…evet o gün tam da o saat de oradaydı ancak Tüyap
Kitap Fuarında değil,Büyükçekmece Mezarlığı’ndaydı. Kabristandan çıktığında
tebessüm etti nasibine.Ve hemen solunda Tüyap tabelasını gördü. Kabristan ile
fuar bitişikmiş meğer. Bir süre
baktı,baktı… niyetini düşündü. Sonrada
gerçekleştirmeyi…
Ogün oraya
gidecek olmasının sebebi bir gönlün hoşluğuydu. İstanbul da olamayan lakin o
gün ,orada çok sevdiği hocasının kendisine kızmasını dileyen Efendisinin yerine
gitmekti.
Tüyap’a
gitti…ancak ayakta durmakta oldukça güçlük çekiyordu. Tansiyonu düşmüş
olacak;arada başı dönüyor,yavaşlıyordu. Yardım diliyordu Rabbinden ve deniyordu
niyetini … girdi kitap fuarına ancak kalabalık ve oldukça büyük olan fuar
alanında,hocasını nasıl bulacağını bilemiyordu. Danışmaya sordu. Danışma
bilmediğini söyleyerek, eline tüm fuarın haritasını ve hangi gün, hangi yazarın
söyleşisinin var olduğu kitapçığı verdi. Kitapçığa baktı,bakamadı. Algılarında
ciddi bir düşüş vardı. Yorulmuştu. Baksa da bulamayacağını bildi. Niyet etti :‘Ya
Rabbi burada oluşum hayır ise hemen buldur değilse vallahi hemen geri
döneceğim’ dedi. İki adım attı ve üçüncüsünde Ömer Tuğrul İnançer hocanın önüne
düştü. Bir daha Subhansın ya Rab! –nasılı ve izahı yok-
Bir süre
surete takılı kaldı. Gözünü hocadan alamıyordu. Tv de gördüğünden çok
başka,bambaşka bir nuraniyet vardı karşısında, acıyan gözleri daha da kısıldı. Edep
ile yanına yaklaştı. Kuyrukta insanların olduğunu görünce ne yapacağını
bilemedi. Ve utanarak karşısında durdu. Bir an göz göze geldiler. O’nun
halindeki farklılıktan ötürü değil ,Ömer Tuğrul İnançer hoca, kendi
farklılığından anlamıştı; O’nun normal şartlar altında orada bulunmadığını.
Sonra anlatmaya koyuldu. Sesini çıkartmak istedikçe İnançeri (O hocasını
inancın bir eri olarak gördüğünden ona inançeri hoca demeyi severdi.)hoca
kulağını uzatıyor. Daha yüksek ses ile demek istiyordu. Fakat sesi çıkartmak
için derman gerekliydi. Derin bir nefes aldı kalbini,sesini topladı ve ‘’ Bugün
burada olmayı planlamıştım hocam, size, sizi seven bir okuyucunuzun notunu
iletmeye gelecektim. Ancak bugün ananemi kaybettim .Biz yine buraya geldik
ancak mezarlığa gelebildik’’diyebildi. Öyle bir baktı ve öyle bir ‘Allah rahmet
etsin’dedi ki hocası…bir daha Subhansın ya Rab! dedirttirdi. Gönlüne kimse daha
önce bu cümleyi böyle güzel dokunduramamıştı. Kalbinden dilemişti hoca bu
rahmeti. Ananeciğine onunda duası değmişti. (Allah kabul etsindi. İnançeri
olan,hocam hatırına kabul etsindi.)Sonra devam etti: ‘’Not şuydu ki hocam ;Ömer
Tuğrul İnançer hocamız bize bir kızsa kendimize gelirdik belki…’’
''Ben
kızmıyorum ki''diye yanıt verdi hoca. Sonra O:’’Kızmak değil belki hocam,hani
celalli hitabınızdır bizim hoşumuza giden,kendimize getiren’’dedi. ''Celal de
değil o'' dedi.Hemen pişman olup, ilk vermesi gereken cevabı söyledi ‘Buyrun
hocam,biz bilmiyoruz efendim,nasıl bir hitabetiniz vardır?’ dedi. Bir an
duraksadı ve ciğerinden ‘’Kat-i’’ dedi. ‘’Kat-i konuşmadır konuşmamız…’’
‘Eyvallah
hocam’ diyebildi. İnançeri olan hocası Efendisinin ismini sorunca kuyruğa
takıldı gözü. ‘Hocam haktır. Bu kadar insan beklerken…’ dedi. Elini kaldırdı
hoca ve ‘’Ben senin için bizzat tek tek helallik alacağım hepsinden ve hakkını
üstleniyorum’’dedi. Kuyruktaki tüm insanlar ise bu konuşmayı meraklı bakışlarla
anlamaya çalışıyordu. Sonrasında döndü ve kalabalıktan helallik istedi. Gözüne
ilişen herkes başıyla onay veriyordu. Gönlüne sular serpilerek ; nasibin,
niyetin bir kere daha ne demek olduğunu yerli yerince oturtup yoluna devam
etti…
Yoluna
şükretti…
Allah O’nu
bu yoldan ayırmasındı.
Çobanı
önünde o arkasında devam etti.