28 Kasım 2012 Çarşamba

Siz hiç ölüme uyandınız mı?

Siz, hiç ölüme uyandınız mı?

Ölüme uyanmak…
Bazı  sabahlar vardır,uyanmanız içindir ölüm…
Hayatında hep o 4 sabahı tefekkür ederek, provasını yapardı. Annesi,babası,ananesi ve O’sunu kaybederse…
İşte o sabahlardan biriydi bu sabah onun için…
Çünkü prova ettiği, o 4 ölümün ilkini görecekti.
Ananesini gömecekti…

Başımızın üstünde buyursundu,hoşgelsindi…hele ki böyle bir günde ölüme, ancak hoş geldin diyebilirdi insan. O gün ki;aşure günü…aşure günü ölmek, nasıl bir güzellikti Rabbisi…

Aşure günü; Hz.Ademin yaratıldığı gün,cennete konulduğu gün,affedildiği gün.Göklerin,yıldızların yaratıldığı gün. Hz İbrahim’in yaratıldığı gün,ateşten korunduğu gün. Aşure günü; Hz İsa’nın doğduğu gün,göklere beklemeye çekildiği gün. Hz Yakub’un gözlerinin görmeye başladığı gün,Yusuf’una kavuştuğu gün. Aşure günü; Cebrail aleyhisselamın ve meleklerin yaratıldığı gün. Nuh aleyhisselamın tufandan kurtulduğu gün. Aşure günü; Hz.Musa’nın Kızıldenizi geçtiği gün,Hz Hüseyin’in şehid edildiği gün. Aşure günü ;Eyyüp Sultanımızın hastalıklarından kurtulduğu gün,Hz.Yunus’un balığın karnından kurtulduğu gün. Aşure günü; Hz.Yusuf’un kuyudan kurtarıldığı gün,bir muharrem ayının Cuma gününde kıyametin kopacağı gün. İşte artık O’nun ananesinin de öldüğü gün. Ananesinin bedeni bir kuyu ise ruhunun Hz.Yusuf peygamber gibi oradan kurtulduğu gün.Ten kuyusundan ruhun kurtulduğu gün. Ananesinin kıyametinin koptuğu gün ve inşallah yine o gün; yağmurun yaratıldığı,yağdırıldığı gibi ananesine de rahmet yağan gün olmuş olsun…inşallah…

Cuma(Perşembe) gecesinin ardı ve bir sabah ezanı vaktiydi. O uykuda ,ananesi ise son yolculuğundaydı.
Pazartesi gecesinden gösterilmişti O’na Cuma gecesi…
Uyandı mübarek cumaya, ölümü karşılamaya koştu…
Ananeciğinin örtüsünü örtüp ‘inna lillah ve inna ileyhi raciun’ diyebildi…

Koca bir çınardı O’nun ananesi,89 yıllık bir çınar… hani peygamberin buyurduğu gibi; ‘…güzel amel ile uzun ömür yaşayanınız...’ Öyleydi onun ananesi…
Çilekeşti...çok çekmişti .Son 10 yıldır Alzheimer hastasıydı, tanımıyordu bile O’nu. Olsundu ne yazardı. Ona bakıyordu ya, gözü gözüne değiyordu ya yetmezmiydi?
Son 4 senedir ise, ailesinin (göz)bebeği olarak yatağında bir kefaret ödeme dönemi başlamıştı.
Bir gün ‘of’ dememişti. Aklı gitmişti. Ruhu ise, ailesini hiç bırakmamıştı.
Bazen insanların anlaşması için kelimelere gerek olmadığını anlatmıştı. Sevgiyle anlaşılabilirdi. Ananesi öğretmişti annesine,teyzesine ve tüm torunlarına sevmeyi, ama bu öyle-böyle bir sevgi değildi.Bu bir deryaydı,okyanustu. Merhamet ve sevgiyi tüm ailesi ondan öğrenmişti. Yine bir hadis-i şerife naildi; ‘’Merhamet eden merhamet bulurdu’’ ya ,bulmuştu. İki biricik kızı,onu evladı yapmış gözü gibi bakmıştı. Öyle bir bakış ki bu, dillere pelesenk, herkes onların evlatlıklarını konuşur olmuştu. Bir gün ‘of’ demeden anneciklerine nasıl özen ve sevda ile baktıklarını söylerlerdi.  Doktorlar Alzheimer’ın son evresindeki bir hastanın bu kadar yaşayabilmesine mucize olarak bakıyorlardı. Ve sonunda ekliyorlardı. ‘Onu sizin sevginiz yaşatıyor...’
Sevgi insanı yaşatırmış…Eyvallah

O sevgi çınarı en sevgili ile buluşmuştu artık. Cuma gününün mübarekliğinden istifade edip, İstanbul dışından gelecek insanları düşünmeden o vakit defnetmek istemişti ananesini. Sabah ezanı kabz, Cuma günü defin gibi güzelliklerin yanı sıra gökyüzünde gökkuşağıda onu uğurluyordu.Normalde İstanbul’da hiç bu kadar net görünmeyen gökkuşağı herkesin ilgisini çekmiş , bu mevsimde olması da ayrıca hayrete düşürmüştü.O güçlü olmalıydı anneciği ve teyzeciğini toparlamalıydı. Ve ananeciğine ödeyemeyeceği borcunu belki bu zamanda bir nebzecik hafifletebilirdi. Aklı selim kalmalıydı her şeyden önce. Ve ölümün her anını iliklerine dek yaşamalı ,her anını zihnine mıhlamalıydı. 

Kabre yolculuk başlamıştı ilk durak gasilhane. Yıkama işlemi yapılacaktı.Yapılsındı.Ananesinin gassali O olmalıydı.
Girdi gasilhaneye başladı ananesini yıkamaya… o ancak görünen azaları yıkayabilirdi Allah ise onun görünen, görünmeyen her yerini yıkayabilirdi. Tekbirlerle ananesi yıkandı. Sol elini görünce bir daha iman etti. Ananesinin sol işaret parmağı şehadet halindeydi. Açmaya çalıştı fakat açamadı zorla avuç içine su gitmesini sağlayarak vazgeçti. Allah onun şehadetini kabul etsindi…
4 senedir yatak hastası olan birinde yatak yaralarının olmaması çok zordu. Ancak ananesinde bir tane dahi yatak yarası yoktu… annesi ve teyzesine bir kez daha minnet duydu,onlar gibi bir evlat olabilmeyi diledi. Salavatlar eşliğinde yıkama işlemi bitmişti. Hala sıcacıktı ananesi ve bir o kadar mütebessim. Huzur içinde uyuyor gibiydi. Pamuk elleri,pür-i pamuk olmuştu adeta. İyice baktı,doya doya baktı,ananesine değil ancak bu sefer ; bir ölüye baktı.Ananesine değil ölüme dokundu. Fotoğrafı sabitlemek istiyordu zihninde zira bir gün o da öyle olacak ,o taşa yatacaktı. Ne içindi peki bu kavga, bu hırs, bu dertlenmeler,bu dünya sevdalığı? Sonunda buraya gelmek için mi? Buraya gelip,bu şekilde huzur içinde uzanamıyorsan ne anlamı vardı kazandığın paranın,fakirliğinin,dertliliğinin…hiç. Evet işte bu hiçliği kazımak istiyordu aklına,aklından da geçip ruhuna…
Bir kefen parçası…kat kat geçirildi. Tekbir ve salat-selamlarla…gülsuyu ve zemzem akıtıldı ağzına, burnuna ve yüzüne. Bunlar sembolikte tek gaye;maddeden manaya ermekte…
Ve fakur…peygamberimizin en güçlü sünnetlerinden.Tüm azalarına serpiştirildi. Böcekler gelmesinler, dokunmasınlar ananeciğine diye.

Sela ki O’nun ruhuna ezandan çok dokunurdu her dem. Ayrı bir severdi selayı,makamını. İsminin bir yüzü ölüme bakardı bundan mıydı sebep selaya sevdalığı? Şimdi kulaklarında cancağzının selası vardı…
Ananesine acaba bu selayı duyan kimler rahmet dileyecekti? Hiç tanımadığı insanlar onun için bir Fatiha okur muydu? Diye düşünürken;annesiyle birlikte okuldan dönerken, camide tabutu görmüş,ellerini açmış dua eden bir çocuk ilişti gözüne. Derhal çocuğun ardından koştu; çantasından şeker verip iki güzel söz söylemek için. Ancak yetişememişti. Nasibi yoktu…

Caminin avlusu ne kadar da kalabalıktı. Ya mahalleleri… herkesin dilinde değildi gönlüne inmişti besbelli Emine Hanım teyze. Kısacık vakitte,Ankara,Balıkesir İstanbul’a yetişivermişti bile. Himmet dedi… her şeye kadir. Sonra tasdikledi Kamil amcası ‘Onun her işi akardı. Ankaradan nasıl geldiğimi hatırlamıyorum.’ demişti. Gerçekten de öyleydi. Yollar açılıyor,işler kolaylaşıyordu. Can vermesi de kolay olmuşmuydu Allah’ım?
Şaşırarak gelen gidenleri izliyordu. O da mı gelmiş bu da mı gelmiş demekden kendini alıkoyamıyordu. Her gelenin dilinde bir hikaye, bir vefa borcu, hiçbir şeyi yoksa dahi ‘göğsünde severek uyutması’ diyordu. Allah’ım diyordu. Onun gönlünün genişliği bu kadar insanı aldı da bu ev nasıl alacak… işte o noktada öyle komşular biriktirmişti ki ananesi 35 senelik zincirlerle bağlıydılar. Bir hane olan daireleri birden tüm apartman dairelerine dönüşmüştü. Kapılar açılmış,misafirler bölüşülmüştü. Tüm apartman bir ev olmuştu adeta.Eli ayağı tutmayan aile yakınlarının eli ayağı olmuştu o komşular. Bir daha baktı… ‘Subhansın ya Rab!’ dedi. Boşuna demedin komşu hakkı da komşu hakkı diye. Bu hakkı nasıl ödeyebilirlerdi. Tüm komşuları seferberlik ilan etmiş ve cenazeyi kaldırmışlardı. Bir çerkes atasözü vardı: ‘’düğün ve cenazeyi el kaldırır’’ diye. Tefekkür etti. Aynen öyle olmuştu.Böyle inciler vermişti Rabbi kendisine,ailesine. Nasıl şükretmezdi ki insan böyle dostluğa,böyle hatırşinaslığa ve dahi böyle insanlığa…

Hayatında sofrasına oturmamış insan bulunmazdı O’nun ananesinin. Yedirmek ve misafir ağırlamak onun en büyük meşrebiydi. Ondan arda kalanlara ise bıraktığı mirasıydı;bu ahlak. Yine öyle yapıldı onun sevdiği gibi… gelen herkes ikramlarla kuşatıldı. ‘siz yedikçe ben mutlu oluyorum’sözünü hatırladı insanları izlerken. Kendini ananesinin yerine koydu. Evet ,oldu hissetti o mutluluğu.
Allah’ım sen ki misafiri rahmet ve bereket ile kuşattın, O’nun ananesi senden geleni memnun etmek için o kadar uğraştı ki hiçbir ameli bile yoksa, ağırladığı misafirler yüzü suyu hürmetine onu affeyle.Amin Tam istediği gibiydi yüzlerce insan geliyor yiyorlar içiyorlar ağırlanıyor ve uğurlanıyorlardı. Onun yaptığı ,gibi sevdiği  gibi…

Her gelene,yardım edene, teşekkür edip,helallik almaya gayret gösterirken,duyduğu şeyler karşısında ;’Allah’ım beni de arkasından böyle denilen bir insan yap’ diyordu. En son hatırında kalan ise şu olmuştu:
Evini misafirlerine karşı açmış,kızını,torununu,oğlunu hepsini seferber etmiş bir komşu olan Münevver Hanım  yine tencere tencere yemekler taşırken şu sözleri söylemişti.:’’Bu yaptığım ne ki,onun benim üzerimdeki hakkı karşısındaki ne ki. Bu benim ona karşı son vazifem . Ben Emine Hanımın hakkını bunlarla ödeyemem ‘’ demişti.

Ananesi bir çınardı. Ve toprağına karşı köklerini öyle derin,öyle köklü tutmuştu ki. Şimdi O,ananesinin kök ile toprak misali olan insan ilişkilerini görüyordu.
Dünyadaki toprağı güzeldi ananesinin. Ya ahiretteki toprağı nasıldı?
Ya kabir toprağı…
Nereden olacaktı toprağı? Nereye defnedeceklerdi annecağzını?
 
Eyüp Sultan mezarlığına yönlendirmişti belediye,ne sevinmişti bu habere. Eyüp Sultan… her şehrin bir sahibi vardı ona göre. İstanbul’un sahibi de Eyyüb-el Ensari hazretleri idi. İstanbul’un sahibi mi sahip çıkacaktı şimdi ananesine… bir daha Subhanallah.
 O bu düşüncedeyken,teyzesi Eyüp Sultan mezarlığına gitmiş,görmüş beğenmemişti. Çok küçük olmasındanda ziyade ulaşmak için sürekli mezarlara basmak gerektiğini söylemişti. Hasıl-ı olacak gibi değildi demişti teyzesi. Bu sefer bir şey diyemedi. Son söz teyzesinindi ,onun gönlü olsundu.

İstanbul’da ölü olmak bile ne güçtü Allah’ım…
Rica minnet boş bir toprak aramaya çalışmak,belediyelerin verdiği İstanbul’un en uzak noktalarına varmaktan daha sıkıntılı bir şeydi O’na göre.

Mezarlık sayısı yetersiz.Olan mezarlar ise hınca hınç doluydu. Ananesi olması gereken gibi,belediyenin uygun gördüğü mezarlığa defnedilecekti. Yani Büyükçekmece Mezarlığına…

Pırıl pırıl,yepyeni bir mezarlık Büyükçekmece mezarlığı,öyle güzel… Acaba ananeside gerçeğin güzelliğinde miydi?
Himmeti hep hissetti ve artık görüyordu bizatihi… gelen imamda yolunun yolcusu çıkmıştı.Bir idrak ve ispat daha göründü: ‘Bir tevbe kişinin 7 ceddine uzanır.’ Beli…Vallahi uzanmıştı.

Ananesi dualar eşliğinde kabre yerleştirilmiş,ölüm ananesi için yeni anlaşılmıştı.Ruhu bütün o telaşeyi,hazırlığı kendisine değilmiş gibi izlemişti. Ve kabre konulduğu an farkına varmıştı,ölenin kendisi olduğunun.Sonrasında kabrinin başında birilerini arayarak,dua edenim ,kabrimde kalanım yok mu diyecekti.O vakitte ise herkes gitmiş olacaktı.
Soğuk, insanları kesiyor ve bir an evvel  vazifeyi tamamlamayı gerektiriyordu. Kabri kapatıldı ve ananesi defnedildi. Soğuğun da etkisiyle herkes hızla arabalara ,otobüslere ilerlemeye başlamıştı. O hariç…O’nun vazifesi yeni başlıyordu.Herkes gittiğinde O kalmalıydı. Ananesini peygamberine emanet etmeden nereye gidebilirdi?

Ve nihayet herkes gitmişti …bir daha baktı kabristana. Ne çok severdi bu kabristanları, kaçıp kaçıp gelirdi. Gezerdi,üzgünse ölümü hatırlar. Mutluysa yine ölümü hatırlardı ki ;iki duyguya da fazla kapılmamak adına. İşte yeni mekanı..iyice incelemeliydi tepesini düzünü,havasını,kokusunu…
‘Ananeciğim’ demişti önce usulca. ‘Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuhu(ölüler selamınızı alırlar)Gitmedim…seni teslim etmeden de gitmeyeceğim. Gidemeyeceğim… ‘demişti. Duasını ettikten sonra gitme vaktinin olup,olmadığından emin olamadı. Kalmalı mıydı az daha?Bunu sorsa sorsa Babasına sorabilirdi. Derhal yumdu gözlerini ve tebessümüne karışmış gözyaşlarıyla açtı gözlerini. Artık gidebilirdi. 

Gitmek… 

Giderken ananesinin mezarının yanındaki mezar ilişti gözüne, daha doğrusu mezarın önündeki fotoğraf; Cemil Özener’in fotoğrafı…şaşırmakla birlikte hatırına niyeti geldi.

Bir hafta öncesinden ajandasına notunu almıştı; 23 Kasım Cuma günü saat 16:00 da Büyükçekmece ‘de oluncaktı. Nasip ne tuhaf şey…evet o gün tam da o saat de oradaydı ancak Tüyap Kitap Fuarında değil,Büyükçekmece Mezarlığı’ndaydı. Kabristandan çıktığında tebessüm etti nasibine.Ve hemen solunda Tüyap tabelasını gördü. Kabristan ile fuar bitişikmiş meğer. Bir süre 
baktı,baktı… niyetini düşündü. Sonrada gerçekleştirmeyi…
Ogün oraya gidecek olmasının sebebi bir gönlün hoşluğuydu. İstanbul da olamayan lakin o gün ,orada çok sevdiği hocasının kendisine kızmasını dileyen Efendisinin yerine gitmekti. 

Tüyap’a gitti…ancak ayakta durmakta oldukça güçlük çekiyordu. Tansiyonu düşmüş olacak;arada başı dönüyor,yavaşlıyordu. Yardım diliyordu Rabbinden ve deniyordu niyetini … girdi kitap fuarına ancak kalabalık ve oldukça büyük olan fuar alanında,hocasını nasıl bulacağını bilemiyordu. Danışmaya sordu. Danışma bilmediğini söyleyerek, eline tüm fuarın haritasını ve hangi gün, hangi yazarın söyleşisinin var olduğu kitapçığı verdi. Kitapçığa baktı,bakamadı. Algılarında ciddi bir düşüş vardı. Yorulmuştu. Baksa da bulamayacağını bildi. Niyet etti :‘Ya Rabbi burada oluşum hayır ise hemen buldur değilse vallahi hemen geri döneceğim’ dedi. İki adım attı ve üçüncüsünde Ömer Tuğrul İnançer hocanın önüne düştü. Bir daha Subhansın ya Rab! –nasılı ve izahı yok-
Bir süre surete takılı kaldı. Gözünü hocadan alamıyordu. Tv de gördüğünden çok başka,bambaşka bir nuraniyet vardı karşısında, acıyan gözleri daha da kısıldı. Edep ile yanına yaklaştı. Kuyrukta insanların olduğunu görünce ne yapacağını bilemedi. Ve utanarak karşısında durdu. Bir an göz göze geldiler. O’nun halindeki farklılıktan ötürü değil ,Ömer Tuğrul İnançer hoca, kendi farklılığından anlamıştı; O’nun normal şartlar altında orada bulunmadığını. Sonra anlatmaya koyuldu. Sesini çıkartmak istedikçe İnançeri (O hocasını inancın bir eri olarak gördüğünden ona inançeri hoca demeyi severdi.)hoca kulağını uzatıyor. Daha yüksek ses ile demek istiyordu. Fakat sesi çıkartmak için derman gerekliydi. Derin bir nefes aldı kalbini,sesini topladı ve ‘’ Bugün burada olmayı planlamıştım hocam, size, sizi seven bir okuyucunuzun notunu iletmeye gelecektim. Ancak bugün ananemi kaybettim .Biz yine buraya geldik ancak mezarlığa gelebildik’’diyebildi. Öyle bir baktı ve öyle bir ‘Allah rahmet etsin’dedi ki hocası…bir daha Subhansın ya Rab! dedirttirdi. Gönlüne kimse daha önce bu cümleyi böyle güzel dokunduramamıştı. Kalbinden dilemişti hoca bu rahmeti. Ananeciğine onunda duası değmişti. (Allah kabul etsindi. İnançeri olan,hocam hatırına kabul etsindi.)Sonra devam etti: ‘’Not şuydu ki hocam ;Ömer Tuğrul İnançer hocamız bize bir kızsa kendimize gelirdik belki…’’
''Ben kızmıyorum ki''diye yanıt verdi hoca. Sonra O:’’Kızmak değil belki hocam,hani celalli hitabınızdır bizim hoşumuza giden,kendimize getiren’’dedi. ''Celal de değil o'' dedi.Hemen pişman olup, ilk vermesi gereken cevabı söyledi ‘Buyrun hocam,biz bilmiyoruz efendim,nasıl bir hitabetiniz vardır?’ dedi. Bir an duraksadı ve ciğerinden ‘’Kat-i’’ dedi. ‘’Kat-i konuşmadır konuşmamız…’’
‘Eyvallah hocam’ diyebildi. İnançeri olan hocası Efendisinin ismini sorunca kuyruğa takıldı gözü. ‘Hocam haktır. Bu kadar insan beklerken…’ dedi. Elini kaldırdı hoca ve ‘’Ben senin için bizzat tek tek helallik alacağım hepsinden ve hakkını üstleniyorum’’dedi. Kuyruktaki tüm insanlar ise bu konuşmayı meraklı bakışlarla anlamaya çalışıyordu. Sonrasında döndü ve kalabalıktan helallik istedi. Gözüne ilişen herkes başıyla onay veriyordu. Gönlüne sular serpilerek ; nasibin, niyetin bir kere daha ne demek olduğunu yerli yerince oturtup yoluna devam etti…

Yoluna şükretti…
Allah O’nu bu yoldan ayırmasındı.

Çobanı önünde o arkasında devam etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder