1 Nisan 2013 Pazartesi

Kelebeğin Rüyası Üzerine...



                             


Tüm etrafım ve eşrafım aynı şeyi söylüyor: ‘’Kelebeğin Rüyası tam senlik bir film…’’ eyvallah diyor her hafta bir gün ayarlıyor, bilet alıyor ve gidemiyorum! Vardır bir hikmet deyip gidebileceğim günü bekliyorum sabırsızlıkla. Ve nihayet film vizyondan kalkmadan gidebilme fırsatını buluyorum.

Dedikleri gibi mütebessim bir ifade ile seyre dalıyorum. Aheste aheste akıyor film, şiir tadında, dize dize, satır satır… acelesi olanların izleyebileceği bir film değil o nedenle… 


Bilindiği üzere Yılmaz Erdoğan'ın filmi Kelebeğin Rüyası. Bilinmese de tahmin edilebilir, filmdeki inceliklere dikkatle bakan birisi tarafından. Film de gerçekten büyük bir emek ve ön hazırlığın olduğu belli. Hiçbir nüansı atlamamaya çalışırcasına anlatmış Erdoğan filmi. Ve başarmış da… ‘Tanrı uludur’ diye ezan okunmasından tutunda, şairlerie bu kadar benzeyen oyuncuların ayarlanmasına,o oyuncuların onlarca kilo verdirilmesine,Muzaffer Tayyip'in tırnak yeme alışkanlığına,zamanın sigarasına kadar her incelik düşünülmüştü. Bu şekilde hazırlanılan filmlerde kendimi izleyici olarak değerli hissediyorum. Aptal yerine konmadığıma inanıyorum. Ve bunun kesinlikle önemli olduğunu düşünüyorum.












Sahi şailer dedik filmin konusuna daha gelemedik… Kelebeğin Rüyası, Zonguldak’lı şairler olarak bilinen Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayatını konu edinen bir film. Bu iki genç şairin hocalığı ise Behçet Necatigil’e ait. Yani tam bir edebiyat dünyası.Yalnız film de eksik bir şey var hala daha çözemediğim, dile getiremediğim… Çok dramatik bir konu olmasına rağmen o duyguya bir türlü giremedim. Eksik olan buydu sanırım. Başka türlü olsa o konu insanı duygulandırır,ağalatabilirdi. Fakat Kelebeğin Rüyası o denli duygularınıza yüklenmiyor. Burada bir bilinç var mı onu bilemiyorum tabi… Biraz daha belgesel sapağına yatkın bu bağlamda. Ama bir okadar da samimiyet unsuru var filmde… Hasılı öyle mi-böyle mi derken beğendim mi-beğenmedim mi ikilemlerinde gezinirken film bitiyor muhterem kâriler. Ve ben izlediğim için pek bir memnun olarak çıkıyorum salondan. En önemlisi bilmediğim iki tane gencecik, ömürlerini şiire adamış şairler tanıyorum. Sırf bu yüzden dahi minnettarım Yılmaz Erdoğan’a. Daha bu şekilde bilmediğimiz nice şairimiz var acaba… içi eziliyor insanın, bu memlekette neden her şey bu kadar zor diye feryat edesi geliyor.
Yazmak bir aşk meselesi yada bahanesi ve o aşk uğruna ömürlerini veren aşıklar var bu memlekette.
 

Şairi de sanatçısı da normal bir psikoz taşımıyorlar mağlum.Filmdede bu ahval çok net görülüyor.Verem olan şairlerin sigarayı ellerinden atamayışları her sahnede ‘âh’ ettiriyor dilime. Bir daha fikrimi teyit ediyorum; bu sanatçılar normal değil. Kimileri doğuştan bu anormalliğe sahip iken kimileri bu teze uymak maksatlı kendilerini şekilden şekle sokuyorlar orası ayrı, karıştırmayalım oraları her neyse… Bu anormali çoğu zaman farklı çalışan zekalarıda beraberinde getirdiği için filmde muazzam cümleler kuruluyor. ‘’Unutmak en iyisi. Ama unutmak zor gelir insana. Hatırlamamak daha iyi. Unutmakla hatirlamamak ayni sey degil nasil olsa!’’ Hafızasının unutma mekanizması çalışmayan insanlara ne de güzel bir teselli cümlesi…

Bu dünyada kendine yolcu diyenlere ithafen; ‘’Yolcu vazgeçmeyi bilecek.. Yoksa gölgesi boyunu aşar’’ diyorlar yinebir sahnede.

Ancak bir şair söylediğinde bu kadar manidar olacak bir söze şahitlik ediyorum ;

“Bir güzele güzelliğini hatırlatmak isterdim .Aynalardan evvel.”

Veremli öğrencileri için elinden geleni yapan Behçet Necatigil muhteşem ikilisine tebessüme neden olan şu sözleri söylüyor : “Bin bir zahmetle ciğerlerinizi iyileştirmeye çalışıyoruz.Birde başımıza kalp işi çıkarmayın ” :)

Çok hoşuma giden bir cümle daha kalıyor zihnimde ‘’Kız şiirden anlıyorsa beni seçer. Anlamıyorsa zaten senin olsun.’’ :)

Binaenaleyh film üzerimde istenen etkiyi yapıyor ; eve gelir gelmez başlıyorum Rüştü Onur-Muzaffer Tayyip Uslu şiirleri okumaya ve yazıma son olarak yazmaya.


Öncelikle Rüştü Onur’dan…


İTİRAF

Ben,
Gülebilmemiz için ağlıyan
Ağlıyabilmemiz için gülen adam.
Ben bir tarik-i dünya.
Hallac-ı Mansur'dan sonra
Benim derim yüzülecek
Zonguldak'ta
Ve gözlerime mil çekilecek.

Ben bir tarik-i dünya
Ne ev ne bark
Ne çoluk çocuk sahibi.
Bütün malım mülküm
Ellerim ayaklarım
Ve gözlerim.
Kupkuru bir kuyudayım ki
Yusuf'u özlerim.

Nasip


Nasibin dalda çocuk 

Uzan uzan dallara 

Nasibin yolda çocuk 

Düş düş yollara

Nasibim sensin çocuk 

Seni yağmur gibi 

Bulut gibi 

Gönderen sağ olsun bana


 Muzaffer Tayyip Uslu'dan 

“Şair harcıâlem şeylere teşbih ve mecazlarla lâyık olmadığı bir değeri vermek için çabalıyan bir sahtekâr değil, bulanık düşünceleri berraklaştıran hakikat arayıcısıdır.”


Bir Sevda Şiiri

sen, eski bir sevda şiirisin
bir koku var sende
sıcak yaz akşamlarına mahsus
ellerinde mi
saçlarında mı
gözlerinde mi
bilmem
bir koku var sende
sıcak yaz akşamlarına mahsus






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder